16 Kasım 2008 Pazar

Issız Adam

Çağan Irmak'ın bu yeni filmini farklı yaşlarımda farklı yaşanmışlıklar üzerine izleseydim, filmi neden sevdiğim sorusuna değişik cevaplarım olurdu. Oysa bugün, filmden çıktığımdan beri dönüp dolaşıp geldiğim bu soruya verecek bir cevabım yok, sanırım da olmayacak. Aşkın tarifsizliğine inanan biri olarak film için "aşkı anlatıyor" demekten özellikle kaçınmak isterim. "Birilerinin aşkını" anlatıyor demek daha doğru geliyor bana. Aslında çok da fazla şey söyleyip henüz izlemeyenleri yönledirmek yanlış bir şey olur bu film için. Bu yüzden eğer izlemediyseniz, yazının ikinci paragrafından ötesini okumamanızı öneririm size. Ancak şunu demeden edemeyeceğim ki filmin sonunda kendi kendime şöyle dedim : "(Selvi Boylum Al Yazmalım'ı bir kenara koyarsak) Sonunda bizde de birileri adam gibi bir aşk filmi çekti, helal olsun sana Çağan Irmak!"
Aslında herkes, aşka dair anlatılanlardan kendi almak istediğini alır gibi gelir bana hep. Bu yüzden burada yazacaklarım da bu durumun bir tezahürü olacaktır muhtemelen. Bir başka biri çıkıp da çok farklı şeyler anlatırsa şaşırmamak gerek o yüzden.

Öncelikle ben bu filme hiç dahil olmadım. Tamamen iki kişi arasında bir filmdi ve ben üçüncü kişi olduğumu hep hissettim. Bunu iyi bir şey olarak gördüm. Bu sayede karakterlerin yaşadıklarını daha objektif olarak izleyip, birine diğerinden daha fazla yaklaşmamayı başardım.Oturup bir hikaye izledim yani sorgulamadan, yargılamadan, haklı haksız aramadan, sonuna dek.

Sanırım aşık olmak için cesur olmak gerekmez ancak belki hem aşık olup hem mutlu olmak (ya da hissettiğini yaşayabilmek mi demeli buna ?) cesurların harcıdır. Çünkü bu yenilmeyi bilmeyi gerektirir, bu da cesur olmayı bir yerde. Ada benim gözüme cesur gözüktü mücadelesinde pes ederken, Alper'in annesinin "sakın bırakma" öğüdünü tutmayarak. Yalnız kaldığı noktada kendi başına bir son çizdi aşklarına. Yanında olmak istemeyeni zorlamanın bir alemi yoktu ki belki de bu durumda zorlamak büyük bir yara açardı o aşkın seyrinde ve bir zaman sonra eski sevgili ile karşılaştığınızda iç sesinizin "sevgilim" diye hitap etmesine engel olurdu. Alper yenilmeyi geç de olsa bir tokanın vesilesi ile öğrendi. Mutluluk geldi mi diye soranınız olabilir. Evet, bence mutluluk geldi ama beraberinde başka duyguları da getirdi, keder gibi mesela. Yoksa son kez ayrılmadan evvel öylesine sarılabilir miydi Ada'ya?

Yazarken hep belki belki dedim çünkü yazdıklarımdan emin değilim, olamam, kimse de olmasın. Aşk böyle bir şey bence. Dediğim gibi, başka bir zamanda izlesem bambaşka çıkarımlar yapabilirim aynı şeylerden. Ama şu değişmez gibi geliyor. Hikayedeki olaylar ne olursa olsun veya ben nasıl görürsem göreyim, vuslatsız bir son dahi olsa, Atlas Pasajı'ndaki o son kucaklaşmanın içinde sakladıkları beni hem gülümsetecek hem de ağlatacaktır. Filmin güzelliği işte tam burada. Sözkonusu aşkın kimyasını sulandırmadan ve yargılamadan iletebilmesinde.

Bunun dışında bahsetmek istediğim başka bir nokta da Cemal Hünal. Oyuncunun, Çağan Irmak'ın daha önceki Babam ve Oğlum ile Ulak filmlerinde de rol almış olan Yetkin Dikinciler'e olan benzerliği benim hayli dikkatimi çekti. Bu benzerlikten mi etkilendim bilemiyorum ama performans açısından da oldukça yakın buldum. Önemsiz bir ayrıntı diyelim. Okumuş olanlar için biraz daha önemli olabilecek bir ayrıntı da Puslu Kıtalar Atlası. Çünkü kitapta maceranın bir ibadet olduğundan ve bilgiye, maceraya atılmaktan kormayarak ulaşabileceğinden bahseder Uzun İhsan Efendi. Ben kendimce düşündüm tabi ama Çağan Irmak'ın bu kitaba neden vurgu yaptığını da kendisinden dinlemeyi çok isterim açıkçası.

1 yorum:

Esra dedi ki...

Bu arada öğredim ki Cemal Hünal Ulak filminde ulağı oynamış. Hiç farketmemiştim izlerken.