7 Aralık 2008 Pazar

Gerçeklik ve Bir Film : Issız Adam


Arkadaşım bana sen de yazabilirsin dediğinde şöyle bir düşündüm, açıkçası çekindim yazmaya, belki de korktum. Böyle etkili bir filmin tesirindeyken, bir sürü karmaşık düşünce arasında yazamayacağımı düşünmüştüm. Herkes gibi benzer şeyleri yaşayıp, yaşadıkları üzerinden bunu tartışırken bir çıkış yolu bulamayacağımı düşünüp korkmuştum aklıma gelenleri yazmaya.

Issız Adam filmi her şeyi; hepimizin yaşadığı, bildiği, karşılaştığı şeyleri gerçekten de yaşadığımız şekliyle anlatıyordu. Herkesin bu kadar sıradan olmasına karşın etkilendiğini söylemesinin nedeni ise “hepimizin bildiği şeyler”, “hepimiz yaşıyoruz bu yüzden çok etkili”, “benim yaşadıklarımı anlatmış” kadar basit değildi bence.

İstanbul’da yaşayan, birçoğu Anadolu’dan, taşradan gelmiş, öğrencilik yıllarının bir kısmı Taksim ve İstiklal Caddesinde geçmiş, bu kalabalığa alışkın, filmin mekanlarına, geçen diyaloglarına, ve film boyunca görünen bir çok imgeye aşina olan insanlar için gerçekten olağandı bütün film. Burada yaratılan bütün kurgu çoğumuz için bir gerçekti kuşkusuz. Alper en az on yıl kadar zamanını bu şehirde geçirmişti. İlk zamanlarında belki büyük zorluklar yaşamıştı. Ama bütün hırsıyla burada bir yer edinmenin savaşını vermişti. Şüphesiz kazanmıştı. Her taşradan büyük kente gelen gibi İstanbullu olmak için onun kurallarıyla oynayıp onu yendiğini zannederken aslında ondan biri olup, bu hayata metropol’ün bağlı olabileceğinden daha da çok bağlanmıştı. Kendi gerçekliği ve nedenselliğinden, orada neden bulunduğundan çok bu şehre ve onun yaşantısına bağlanmıştı. Bu şehri şimdi sahip olduğu ve daha sonra da olmaya devam edeceği gerçekliğine kendisi kavuşturmuştu.

Hepimiz, günümüzdeki kültür endüstrisinin kurguladığı bu gerçekliğe, bu yapay gerçekliğe, hakikate olandan daha bağlıyız. Her konuştuğumuzu, her yaptığımızı, her düşündüğümüzü, her yazdığımızı onun içinden yazıyor, düşünüyor, söylüyoruz. Oyunun kuralları, araçları, nesneleri ve aklımıza gelen her şeyi onun tarafından, aslında onu üretmiş olan ve üreten bizler tarafından oluşturuluyor. Ve bu gerçeklik her gün kendini tüketmekte olan bizler tarafından yeniden üretiyor. Hepimizin aşina olduğu bildiği bu yapay kültürün göstergeleri ile işlenmiş bu filmin o bilindik gerçekliği ise bunlara tersinden bakabilmiş olmasından kaynaklanıyor. Çağan Irmak memleketten gelen anne ve bir sevgili ile bu yapay gerçeklik bulutunu delip geçiyor. Aslında onlar da herkesin sahip olduğu memleketindeki annesi ve sevgilisi olmasına karşın burada kentlinin kendi kendine yarattığı gerçeklik ile çelişiyor. İşte bu noktada Çqğqn Irmak bize bir kapı aralıyor. Alper’in yalnızlığına, tatminsizliğine ve daha önceden aşina olduğumuz fakat bu aralıktan bakınca nedenselliğini yitiren bu hırsına tersinden bakıyoruz. Filmde geçen bazı imgeler bu aralıkları temsil ediyor. Ada’nın hepimizin alışık olduğu öksüz doyuran kahvesine, annenin içtiği Türk kahvesi üzerinden bakıyoruz. Harika bir restoran, özgürce döşenmiş evle kurulan özgürlüğe ve sıra dışılığa eski bir arkadaşın geleneksel düğünü üzerinden bakıyoruz. Bu noktada etrafımızda örülü bu yaşantının kendi kendine kurguladığı nedenselliği batıyor. Alper, annesine “zor be anne” diye içinden çıkamadığı, kaçamadığı, kurtulamadığı nedensellik bu. Bu aslında bir geçeklik değil. Burada asıl olan gerçeklik bir sevgilinin duyduğu aşk, annenin duyduğu sonsuz şefkat olarak karşımıza çıkıyor. Bu bir yapay gerçeklik değil bu, hakikatin ta kendisi. Kendiliğinden oluşmuş, herhangi bir itki sebebiyle doğmamış hakikat burada işte. Daha önce hiç böyle yaşanmamış bir gerçek sevişme, senelerdir hiç farkına varılmamış bir anne şefkati Alper’i zehirliyor. Bu zehirle yaşamaktan kaçmak onun için çözüm. Ama aslında artık hiç de kurtulamayacağı hakikatten uzak gibi görünse de, aşkın hatıraları ve bir iş arkadaşının oğluna duyulan şefkat hakikatin onun peşini bırakmasına engel olmuyor.

Ve film bitiyor, sinemadan çıkılıyor, caddede yürünüyor. Filmin müzikleri, filmin mekanlarında çalınıyor, arkadaşlar arasında hep bu film konuşuluyor. Bazıları filmde görülen kitapları satın alıyor, müzikleri alıyor tekrar tekrar dinliyor. Filmin ürettiği nedensellikle eski pikaplar tamire gidiyor, pikap fiyatları tavan yapıyor. Eski plaklar sandıktan çıkıyor. Yeniden dinleniyor. Sözlükler doluyor taşıyor. Ve ben burada oturup bu film üzerinden yazıyorum düşündüklerimi. Çağan Irmak da bunu bu kentin gerçekliğinin kuralları ile yapıyor. Her üretilen bu sistemin içinde, bu gerçekliğin ve bizi kullanarak kendi kendini büyüten bu gerçekliğin içinde. Ve bu nedensiz gerçeklik hakikatten uzak sürekli kendini büyütmeye devam ediyor. Hakikat ise Çağan Irmak gibilerin bize araladığı bazı kapı aralıklarından ardında keşfedilmeyi bekliyor.

Hiç yorum yok: