11 Ağustos 2012 Cumartesi

Nema-ye Nazdik (1990) - Close-up (Yakın Çekim ç.n.)


(Ali Sabzian ve yönetmen Makhmalbaf)
Türkiye'in komşu ülkelerinden, Orta Doğu'dan filmler bulayım derken izlediğim filmlerden biri. Yönetmen Abbas Kiarostami zaten ivy league'e girmiş, filmi de o sebepten internette bulunabilir Iran filmlerinden.

Filmin hikayesi kısaca söyle: Ali Sabzian adlı genç kendini İran'lı yönetmen Muhsin Makhmalbaf olarak tanıtır, ve yönetmen edasıyla bir ailenin güvenini kazanır, onlara evlerinde film çekeceğini ve başrolü sinemaya ilgi duyan evin delikanlısına vereceğini söyler. Ama çok sürmeden aile durumun farkına varır ve hikaye adliyeye taşınır.

Hikayeyi ilginç yapan unsurlardan biri, kendini yönetmen olarak tanıtan Sabzian'ın alsında çok beğendiği ve kendi gibi yoksulların hayat meselelerini çeken bir yönetmen olan Makmalbaf'ı oynamasıdır. Sonrasında Dostoyevski vari ya da Demirkubuz vari bir mahkeme sahnesi başlar ve hikaye derinleşir. Yoksul ve çaresiz Sabzian filme ve edabiyate ilgi duyarken, gerçek hayatta bir yönetmen rolü oynayarak bir aileyi inandırması ahlaki ve hukuki açıdan ne kadar doğru ne kadar yanlıştır? Sabzian neden böyle bir işe kalkışmıştır?

Filmin bir diğer ilginç yanı, sahnelerin değişik açılardan ve hareketli kameralardan çekilmiş olması. Filmin tümü 93 dakika içerisinde birçok kişinin gözünden ekrana yansıyan görüntüler oluyor ve film yine de akıcı bir bütünlük sergiliyor. O yüzden izlerken sadece ana karektere yoğunlaşıp onunla empati kurmakla kalmadım, çoğu sahnedeki karakterlerin ayrı hikayeleri olduğunu hissederek kesişecekleri yeri merak ettim. Mesele bir kişiyi gerçekten anlamakta mı, yoksa anlamaya değer bir olayın olmasında mı? Etrafımızda gerçekleşen olayların ne kadarını özümseyerek anlayabiliyoruz, anlamı bulamayan biz miyiz yoksa hayatın akışı denen şey anlam pırıltılarından uzak mı? Mahkeme salonunda Sabzian'ın söyledikleri de söylemedikleri de bende sahici çağrışımlar yaptı (ne demekse).

Aforizmalar: i- Sabzian Iran cumhurbaşkanı Ahmedinejat'a benziyor. ii- Memleketimde şehir otobüsünde tanıdığım annemin öğrencisi cuneyt diye bir eleman vardı, tek ayak üstünde kırk yalan ve merkezinde kendisi, bende sıkılma ve korku karışımı bir his yaratırdı. Benden 5 yaş buyuk bu çocuğun dinlemeye değmez hikayelerini içimden küçümseyerek dinler, ama ondan kaçmak ya da onu susturmak için bir yol bulamazdım. Ilerleyen okul yillarında, yavaştan büyürken, kendisini tanıyıp görüp de selam vermeden yanından geçtiğim ilk kişi olabilir Cüneyt. Yalan bi karakteri canlandırmanın derin bir çaresizliği hissini yaratırdı bende, bu filmde de Sabzian'ın can sıkıcı caresizliği o elemanı hatırlattı bana. 

Hiç yorum yok: