12 Ağustos 2012 Pazar

Drive (2011)


Filmin afişi ve girişte kullanılan fonlara bakınca sanki 90'lar filmi. Hatta müzikleri de öyle, manidar sözleri olan soft pop altından 2011 ritimleri geliyor. Film müzikleriyle ayrı ilgileneceğim sonra, en az iki şarkı vardı bulunması gereken.

Spoiler vermeden, hikayesi kısaca: araba tamircisi ve part time film setinde dublör şoförlük yapan başrol karakteri araba kullanmaktaki yeteneğini kotü işlerde de kullanır. Ama apartman komşusu kızla tanıştıktan sonra karıştığı son olay diğerlerine benzemez. Sonrasında hayatta kalma mücadelesi, bolca intikam alma ve sevgiliyi koruma gereği doğar.

Filmi ilginç yapan şeylerden biri, başrol karakteri hakkında filmde yaşadığı olaylar haricinde başka hiçbir bilgi verilmemesi. Yani ismi yok, nerden geldiği, kim olduğu, ailesi vs. hakkında bi'şey bilmeden hızlı bir hikaye içerisinde karakteri izliyoruz. Ama işin ilginç yanı, filmde "şoför"le izdivaç yaşayan ve ilk görüşte aşk benzeri durumlara düşen kız da o kadar biliyor "soför" hakkında. Yani bir dizi karakteri olsa arkasından çok sürpriz çıkartacak bir karakter olmuş. Bir de yan rollerden birinde Breaking Bad dizisinin başrol oyuncusu Bryan Cranston'u görünce dizi demeden geçemedim.

İyi oyunculuk ve iyi düşünülmüş sahnelerle yüz dakikalık çok sürükleyici bir film olmuş. On beş - yirmi saniye süren duru bir ilk bakışta aşk sahnesi var mesela çok güzel. Sevdası uğruna gözünü karartan kahramanların filmi bizim yerli sinemada da çoktur, ama burada kahraman hakkında hiçbir şey bilmediğimiz gibi, kahraman olduğunu da film ilerledikçe öğreniyoruz. Sessiz ve sakin güçmüş meğer, ve de aklına koyduğunu yapan planlar hazırlayan akıllı bir adam.

Filmde çok sade yaşan karakterlerin de gerçek olmayan bir yanı vardır sanki. Ya da sade sıradan hayatın düzenini bozan küçük olaylar gereğinden büyük anlamlar kazanır o karakterlerde. Filmlerin kötü karakterleri içinse sanki tersi olur, bin türlü musibet başlarına gelir, öldürür öldürülürler ama işlerin doğal akışı sürdükçe hepsi normaldir. Filmin ana karakteri "driver" da sanki bu ikisinin karışımı gibi. Biraz "Taxi Driver"ı çağrıştırdı şimdi.

Notlar: i- intikam baldan tatlıdır diye bir sözümüz var mı? ii- Bu filmin yönetmeni (Nicolas Winding Refn) Cannes'da 2011 en iyi yönetmen ödülünü almış. iii- Mad Men'deki kızıl saçlı sekreter Joan'u canlandıran Christina Hendricks de bu filmde rol alıyor. iv- 23 fps için Türkçe Ingilizce altyazı bulamadım.


11 Ağustos 2012 Cumartesi

Nema-ye Nazdik (1990) - Close-up (Yakın Çekim ç.n.)


(Ali Sabzian ve yönetmen Makhmalbaf)
Türkiye'in komşu ülkelerinden, Orta Doğu'dan filmler bulayım derken izlediğim filmlerden biri. Yönetmen Abbas Kiarostami zaten ivy league'e girmiş, filmi de o sebepten internette bulunabilir Iran filmlerinden.

Filmin hikayesi kısaca söyle: Ali Sabzian adlı genç kendini İran'lı yönetmen Muhsin Makhmalbaf olarak tanıtır, ve yönetmen edasıyla bir ailenin güvenini kazanır, onlara evlerinde film çekeceğini ve başrolü sinemaya ilgi duyan evin delikanlısına vereceğini söyler. Ama çok sürmeden aile durumun farkına varır ve hikaye adliyeye taşınır.

Hikayeyi ilginç yapan unsurlardan biri, kendini yönetmen olarak tanıtan Sabzian'ın alsında çok beğendiği ve kendi gibi yoksulların hayat meselelerini çeken bir yönetmen olan Makmalbaf'ı oynamasıdır. Sonrasında Dostoyevski vari ya da Demirkubuz vari bir mahkeme sahnesi başlar ve hikaye derinleşir. Yoksul ve çaresiz Sabzian filme ve edabiyate ilgi duyarken, gerçek hayatta bir yönetmen rolü oynayarak bir aileyi inandırması ahlaki ve hukuki açıdan ne kadar doğru ne kadar yanlıştır? Sabzian neden böyle bir işe kalkışmıştır?

Filmin bir diğer ilginç yanı, sahnelerin değişik açılardan ve hareketli kameralardan çekilmiş olması. Filmin tümü 93 dakika içerisinde birçok kişinin gözünden ekrana yansıyan görüntüler oluyor ve film yine de akıcı bir bütünlük sergiliyor. O yüzden izlerken sadece ana karektere yoğunlaşıp onunla empati kurmakla kalmadım, çoğu sahnedeki karakterlerin ayrı hikayeleri olduğunu hissederek kesişecekleri yeri merak ettim. Mesele bir kişiyi gerçekten anlamakta mı, yoksa anlamaya değer bir olayın olmasında mı? Etrafımızda gerçekleşen olayların ne kadarını özümseyerek anlayabiliyoruz, anlamı bulamayan biz miyiz yoksa hayatın akışı denen şey anlam pırıltılarından uzak mı? Mahkeme salonunda Sabzian'ın söyledikleri de söylemedikleri de bende sahici çağrışımlar yaptı (ne demekse).

Aforizmalar: i- Sabzian Iran cumhurbaşkanı Ahmedinejat'a benziyor. ii- Memleketimde şehir otobüsünde tanıdığım annemin öğrencisi cuneyt diye bir eleman vardı, tek ayak üstünde kırk yalan ve merkezinde kendisi, bende sıkılma ve korku karışımı bir his yaratırdı. Benden 5 yaş buyuk bu çocuğun dinlemeye değmez hikayelerini içimden küçümseyerek dinler, ama ondan kaçmak ya da onu susturmak için bir yol bulamazdım. Ilerleyen okul yillarında, yavaştan büyürken, kendisini tanıyıp görüp de selam vermeden yanından geçtiğim ilk kişi olabilir Cüneyt. Yalan bi karakteri canlandırmanın derin bir çaresizliği hissini yaratırdı bende, bu filmde de Sabzian'ın can sıkıcı caresizliği o elemanı hatırlattı bana. 

9 Ağustos 2012 Perşembe

The Help

En son 2009'da, üç yıl önce yazmısım. Aradan gecen zaman icinde google analytics counter'i raporlarında haftada bir iki ziyaretci kayıtlarını göndermeye devem ediyordu bu sürede. Sitenin basına blogspot'un sansurunu protesto icin sansuresansur kampanyası kapsamında koydugumuz banner yuzunden google'nin anti virus robotları tarafından kapatılmıstı site. Uzun zamandan sonra her sey kaldıgı yerden mi, degil.

The Help filmini izlerken iki bucukluk filme baslamanın tedirginliği, özellikle gece 10 sularından sonra gün içinde biriken yorgunlukların abanmasına karsı verilecek mücadelenin stresiyle basladı. Film sona geldiğinde, derinden soluyarak, ırkçılığın gündelik hayatta yansıması, hayatın zorluklarına karşı mücadele, insanların kendine dar ettiği dünyayla mücadelesi, ve statükoyu yıkma cesareti gösteren insanların büyük dönüşümlerde nasıl rol aldıkları üzerine kendimi düşünür buldum. 

Filmde hep kadınlar var, yönetmen Tate Taylor erkek, ev içi diyaloglarda beyazlar arasında farklı görüşleri dillendirenlere pek yer vermemiş. Koca bulma rekabetinden sonra ev hanımları klübünde yer alan beyaz Amerikalı kadınların (Missisipi eyaleti?) ırkçı pratikleri ve bunun devlet, polis ve yasalar eliyle desteklendiği bir düzende siyah hizmetçiler için ayrı tuvaletlerin, yemek takımlarının kullanıldığı bir düzenin yakın zaman Amerika'sında olmasına insan şaşırıyor. Acaba biz Kürt meselemizi yakın gelecekte nasıl bulacağız diye aklımdan geçti. 

Sokaktaki şiddet, erkeklerin şiddeti, siyahi özgürlük hareketi filmde bir televizyon haberi şeklinde verilerek bütüncül bir kontex de saglanmış. Universiteden yeni mezun, gazetecilik yazarlık hayali olan, ve esas anneliği siyah bakıcısından gören beyaz kız, üniversiteden döndüğünde bakıcısını (ve evin tüm işleri yürüten hizmetçisidir) bulamaz. Ev hanımlığına terfi eden akranlarının tuttukları yardımcılara nasıl davrandıklarını görünce, siyah yardımcıların gözünden yaşadıklarını anlatmak için onlarla röportaj yapar. İyi de yapar, cünkü ilktir, ırkçı şiddetten çekinenlerin sesi olur, onları günlük yaşam içinde görünür kılınmasına katkıda bulunur. 

Filmin sonuna doğru kızın kendi bakıcısı olan yardımcıya ne olduğunu öğrenir ve o hikayeyi de yaptığı diger roportajlarla birlikte kitaplaştırır ve yayımlar. "The Help" diye bir kıtap var mıdır, akıbeti noolmuştur soruları için bundan sonrası wikipedia.